ihsanDerman

Yakın bir geçmişe kadar İstanbul Bilgi Üniversitesi Görsel İletişim Tasarımı Bölümü ve Görsel İletişim Tasarımı Yüksek Lisans (MFA) programının kurucusu ve bölüm başkanları olarak görev yapmaktaydım. Sözkonusu kurumda çalışmış olduğum 14 yıl süresince aynı zamanda Sinema/TV ve Fotoğraf/Video Bölümü gibi diğer akademik birimlerin sorumluluğunu da bölüm başkanı olarak üstlendim.

Fotoğraftan videoya, internetten çokluortama kadar farklı medyalar arasındaki varolan ayrımlaştırıcı ilişkinin tersine, tasarım eğitimi müfredatlarının bu ortamlar arasında hep daha yakınlaştırıcı işlevler üstlenmeleri gerektiği inancında oldum. Bunun da, yalnızca teknolojik gelişmelerin ima ettiği bir doğrultu olmak dışında sözüedilen alanlara ilişkin kültürel sinerjinin yarattığı gerçek bir sonuç olduğu kanısını taşımaktayım.

İstanbul Bilgi Üniversitesi bünyesindeki Görsel İletişim Tasarımı Bölümü son 12 yıl içinde, yalnızca bir okul olarak değil, aynı zamanda yeni medya ve ilgili konularda öncü yaklaşımları destekleyen bir kültürel kurum niteliği de kazandığını düşünüyorum. Bu destek, yalnızca kuramsal araştırmaları teşvik etmenin ötesinde bitmiş ürüne endeksli yapım süreçlerinin de müfredat uyarınca hesaba katılmasını içeriyordu.

Bölümdeki akademik işlevim, bölüm başkanı olarak, birleşen ortamlara (converging media) ilişkin öncü müfredat geliştirme sorumluluğunun ötesinde genç, dinamik öğrenciler ve profesyonellerle yoğun atölye çalışma ortamlarının da gerçekleştirilmesini kapsamaktaydı. Görsel İletişim Tasarımı Bölümü’nün müfredatı, akademik anlayışımıza paralel olarak sayısal sanat ve tasarım işlerinin kültürel kodları doğrultusunda sürekli güncel arayışlara konu olmuştur.

Hazırladığımız “tamamlanmış sayısal ürün” endeksli müfredatların doğal bir sonucu olarak, 2001 yılından 2010 yılına kadar VCD Track Öğrenci İşleri Yılsonu Sergisi adı altında ard arda 9 etkinlik gerçekleştirdik. Bölüm halen Avusturya, Linz’deki prestijli Ars Electronica Festivaline Türkiye’den davet edilmiş tek profesyonel grup olma ünvanını taşımaktadır. Ars Electronica’nın Future Lab.’ı, Helsinki Tasarım Üniversitesinin Media Lab.’ı da, bölümün uluslararası ilişkiler ağının parçaları olmanın yanısıra mezunlarının da görev aldığı kurumlar olmuşlardır. Paris, Nantes, Linz, Viyana, Liege, Köln sözkonusu öğrenci işlerinin sergilenmiş olduğu bazı Avrupa şehirleridir.

Tüm bunların ötesinde, son 5 yılda santralistanbul projesinin gerçekleşmesinde tasarım yönetmeni ve koordinatör ve müze direktörü olarak görev yaptım. santralistanbul yalnızca Çağdaş Sanatlar Müzesi olmanın dışında aynı zamanda, akademi – müze etkileşimini somut olarak sergileyen uluslararası kültürel bir projeydi. Bu kurumdaki sorumluluğum ise, Haritasız: Medya Sanatlarında Kullanıcı Çerçeveleri (UNCHARTED: User Frames in Media Arts), Yüksel Arslan Retrospektifi Sergisi vb., büyük ölçekli uluslararası yapımların yönetimini ve tasarım koordinatörlüğünü kapsıyordu. Bu, yakın bir geçmişe kadar, tasarım bölümü öğrencilerinin müzenin işlerini gerçekleştirdiği, müzenin de tasarım öğrencilerinin işlerini sergilediği verimli akademik bir etkileşim modeline dayanmaktaydı.

Fotoğraf hakkındaki görüşlerim ise, sayısal teknolojilerdeki gelişmeler ve güncel sanatsal pratiklerden etkilendiği için sürekli değişim içinde. Fotoğrafın “şipşak değeri”nin (snapshot value) hala farkında olarak çalışmalarımı sayısal fotoğraf alanında sürdürüyorum. Bu sayısal fotoğrafın getirdiği sonsuz müdehale olanaklarına rağmen aynı zamanda “önceden görselleştirme” (pre-visualization) ve çekim aşamalarının fotoğraflama davranışı içinde hala geçerli bir öneme sahip olduğunu düşündüğümden kaynaklanmaktadır.

Çalışmalarıma taban teşkil edebilecek estetik ve kuramsal yaklaşım da, fotoğrafın bir aygıt yardımıyla oluşturulan “teknik görüntüler” olduğuna dayanmasıdır. Her ne kadar son zamanlarda sayısal ortamdaki müdehalelerle resim sanatına yaklaşmış gibi gözükse de, aslında “ressam ve fırçası” analojisine öz itibarıyla kesinlikle oturmadığı görüşündeyim. Bu yüzden de fotoğraf makinası ve onu kullananın diğer sanatsal ortamlardan farklı bir üretim sürecini ima eden ilişkileri öngörür. (Fotoğraf makinası – onu kullanan kişi – fotoğraflanan gerçeklik). Fotoğraf görüntüsü ve ona konu olan arasındaki görsel benzerlik de ortamın gerçekçilik boyutunun abartılı algılanmış olmasını sonuçlamıştır. Ancak sözkonusu ortamın sınırlılıklarının aynı zamanda da anlatım dilini de kısmen oluşturduğu kanısındayım. Fotoğrafla “yapılabilecekler”in sınırlı olduğunun bilinmesi bu ortamın semiotik potansiyeli ile ilgili doğru bir bilincin oluşmasına da katkı sağlar.

Bütün bu olanaklarıyla fotoğrafı kendine özgü kodlarıyla bir dil olarak görüyorum. Diğer birtakım işlevsel kullanım amaçları yanında sanatsal içeriğe sahip ürünlerin de üretilebileceği bir ortam. Fotoğraf içinde yer aldığı bağlamla organik ilişki içindeki diğer sanat yapıtlarına oranla işlevsel olarak daha canlı bir yapıdır. Ayrıca ilgimi çeken boyut da, bu bağlamsal akışkanlıktır.

Çektiğim fotoğrafların konularını ağırlıklı olarak insan için düzenlenmiş kentsel mekanlar oluşturdu. Çoğu da kentsel manzaralar (urbanscapes, swisscapes vb.) olarak adlandırılmışlardır. Fotoğrafçı doğa çekimleri dışında Flusser’in benzetmesi gibi eğer tundrada avlanan birine benzetilebiliyorsa, şehir ortamında fotoğrafçı bu avını yine insanların insanlar için düzenlednmiş kurgusal bir ortam içinde sürmek zorundadır. Bu mimari yapılar aslında insan ve turistik ilişkileri yöneten, gizleyen ve koşullayan yapılardır. İnsan için vardırlar ancak, hem engel teşkil ederler hem de insanları içlerinde yol bulmak zorunda bırakırlar. Yurtdışında çektiğim birçok fotoğrafta, gözleyen/fotoğrafçı içinde bulunduğu ortamların fiziksel/kültürel olarak yabancısıdır. Bazıları da aynen M Parr’ın fotoğraflarında olduğu gibi, zaten fotoğraflanmak için yaratılmış turistik rotalardır. Birçok fotoğrafımın içinde insan öğesi bulunmamaktadır. Bu terkedilmiş mekanlar aslında insanlar için vardırlar, ve “kalabalık”lar için düzenlenmişlerdir. Ancak bu düzenlemenin en belirgin şekilde ortaya çıkmış olması için boş/tenha olmaları gerekir. Bu kendini daha fazla anlatan sessizliğin sesidir.

Birden fazla fotoğrafın ancak bir niyeti, söylemi ve üslubu belli edebileceğine inanarak ve tek bir fotoğrafın anlatım sınırlılıklarının ve belirsizliğinin farkında olarak genellikle seriler şeklinde çalışmayı/araştırmayı seçiyorum.